15 Aralık 2014 Pazartesi

DECCAL’IN MÜHİM KUVVETİ YAHUDİDİR. YAHUDİLER SEVEREK TÂBİ’ OLURLAR : Zaten asrımızda her iki Deccal da yahudilerden çıkmış ve biri insanlık alemini, diğeri de İslam alemini tahribe çalışmıştır. Türkiyede faaliyet gösteren İslam Deccali yahudilerle beraber çalışmış ve onlardan destek almıştır. Hala da almaktadır.


Türk Ordusu (Milleti) Ağlayan İslam Alemini Güldürecek!İsrail’in doymak bimez canavarlığı ve hırsları yine müslümanlar üstüne çullanmıştır. Bu hal yahudi milletinin artık bir seciyesi olmuş ve kıyamete kadar da devam edecektir. İnsanlık tarihinden bugüne ve bugünden sonra ta kıyamete kadar bütün fitneler, bütün darbeler bu milletten zuhur etmektedir. 


Zaten asrımızda her iki Deccal da yahudilerden çıkmış ve biri insanlık alemini, diğeri de İslam alemini tahribe çalışmıştır. Türkiyede faaliyet gösteren İslam Deccali yahudilerle beraber çalışmış ve onlardan destek almıştır. Hala da almaktadır.

Maalesef Risale-i Nur okumayan bazı müslümanlar hala deccal beklemektedirler. Gafletin de bu kadarı da olurmu dedirtecek cinsten bir durum! Ehl-i imanın bu gafleti dessas yahudilere, din düşmanı deccal avanesine yaradığı aşikardır.
Kur’an (8:73) âyetinde, beyn-el İslâm teavün olmazsa büyük fesadların zuhura geleceğine dikkat çekilmektedir.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, gerek eski Eserlerinde gerekse Risale-i Nur Külliyatındaİttihad-ı İslam yani İslam Birliği üzerinde çok ehemmiyetle durmuş ve bu Birliği temin etmenin en büyük farz vazife olduğuna içtihad etmiştir.
İslâmiyet teavünü netice verecek mühim vazife ve düsturlar getirmiştir. Meselâ, teavün ve İttihad-ı İslâm için haccın ehemmiyeti çok büyüktür.
Haccın büyük hikmeti; İslam dünyasının istiklâliyet ve selâmetini muhafaza ve devamı için, senede bir yapılan bir nevi büyük şûrâsı olmasıdır. Hac müslümanlar için bir kongre olması gelirken maalesef bu tarafı hiç işletilememektedir. Sadece ibadet cihetiyle sınırlı kalmaktadır.
İSLAM BİRLİĞİ TEŞEKKÜL ETMELİ
Bu muazzam vazifenin en mes’ul vazifedarları, geçmişte olduğu gibi Osmanlı ve Arab ve Kürd taifeleri olduğunu anlatan Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
«Azametli bahtsız bir kıt’anın, şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır.» (Mektubat sh: 55)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1909 senesinde neşrettiği bir makalesinde diyor ki:

«Bu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad-ı İslâmdır. İttihadın hedef ve maksadı; o kadar uzun, münşaib ve muhit ve merakiz ve meabid-i İslâmiyeyi birbirine rabtettirenbir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut olanları ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevketmektir.» (Hutbe-i Şamiye sh: 90)
ŞAM HUTBESİNDE İTTİHAD-I İSLAM VURGUSU
Hem yine Bediüzzaman Hazretleri, 1911 senesinde Şam’da Cami-i Emevî de irad ettiği Hutbe-i Şamiye namı ile kitap olarak neşredilen hutbesinde İttihad-i İslâm’ın ehemmiyeti hakkında şu izahatı veriyor:
«Ey bu sözlerimi dinleyen bu Câmi-i Emevî’deki kardeşler ve kırk-elli sene sonra Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvan-ı Müslimîn! “Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeğe iktidarımız yok, onun için mazuruz.”diye böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul değil. Tenbelliğiniz ve “Neme lâzım” deyip çalışmamanız ve ittihad-ı İslâm ile, milliyet-i hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizler için gayet büyük bir zarar ve bir haksızlıktır.» (Hutbe-i Şamiye sh: 55)
ASAYİŞ VE SULH’UN YOLU
Bediüzzaman Hazretleri, Türkiye’de Demokrat Parti hükümeti zamanında, devlet idarecilerine hitaben yazdığı ikaznamesinde, anarşizme karşı tek çarenin İttihad-I İslâm olduğunu beyan ederek diyor:
«Bu dehşetli tahrib edicilere karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur’aniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmağa vesile olduğu gibi, bu vatanı istila-yı ecanibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 24)
Yine 1950 sonrası İttihad-I İslâm istikametindeki müsbet gelişmeleri memnuniyetle karşılayan Bediüzzaman Hazretleri, bir bayram tebriği vesilesiyle şunları kaydeder:
«Aziz, sıddık kardeşlerim!
Ruh u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz. İnşâallah âlem-i İslâm’ın da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemahir-i Müttefika-i İslâmiye’nin kudsî kanun-u esasiyelerinin menbaı olan Kur’an-ı Hakîm, istikbale tam hâkim olup beşeriyete tam bir bayramı getireceğine çok emareler var.» Emirdağ Lâhikası-ll sh:76)
«Evet o ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklal ve ittihad-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intac etmiştir. İnşâallahü Teâlâ, Cemahir-i Müttefika-i İslâmiye de meydana gelecek ve İslâmiyet, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktır. Rahmet-i İlahîden kuvvetle ümid ve niyaz ediyoruz.» (Konferans sh:54)
EL-İ-İMAN DAHİLDEKİ DÜŞMANLIĞI TERK ETMELİ
Mevcut dünya şartları müvacehesinde İttihad- İslâm’a sâik olacak pek çok esbaba rgğmen, Âlem- İslâm’da ihtilafın kısmen de olsa devam etmesine, Bediüzzaman Hazretler’i şöyle teessüfte bulunur:
« Cây-ı teessüf bir halet-i içtimaiye ve kalb-i İslâmı ağlatacak müdhiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî:
“Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dâhilî adavetleri unutmak ve bırakmak” olan bir maslahat-ı içtimaiyeyi en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-ı İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlarvarken, cüz’î adavetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir.» (Mektubat sh: 269)
AVRUPA’YA BEDEL ÂLEM-İ İSLÂM
Üstad Bediüzzaman devlet ricaline; Avrupa’ya teveccühten daha çok, İttihad-i İslam’a ehemmiyet vermeleri gerektiğini tavsiye eden yazısında diyor ki:
« Madem bu ittifaksızlıktan gelen za’fiyet ve kuvvetsizlik sebebiyle ecnebinin politikasına ve ehemmiyetsiz muvakkat yardımlarına karşı bu acib manevî rüşvetler veriliyor. Dörtyüz milyon kardeşin uhuvvetine, milyarlar ecdadın mesleğine ehemmiyet verilmiyor gibi bir mana hükmediyor. Ve asayiş ve siyasete zarar gelmemek için bu kadar israfat ile bol maaşlar suretinde kuvvet teminine kendilerini mecbur zannederek rüşvetler veriliyor; milletin fakr-ı hali nazara alınmıyor.
Elbette ve elbette ve kat’î olarak şimdi bu memleketteki ehl-i siyaset garba ve ecnebiye verdiği siyasî ve manevî rüşvetin on mislini âlem-i İslâm’ın ileride cemahir-i müttefikası hükmünde olacak olan dörtyüz milyon müslüman kardeşlere, memleket ve milletin ve bu devlet-i İslâmiyenin selâmeti için gayet azîm bir bahşiş ve zararsız rüşvet vermesi lâzım ve elzemdir.
İşte o makbul, lâzım ve çok menfaatlı caiz ve vâcib rüşvet ise: Teavün-ü İslâm’ın esası ve hediye-i Kur’anın semavî bir düsturu ve rabıtası ve kudsî kanun-u esasîsi olan
İnnemel mu’minune ikhvetun…ve’tesimuu bi hablillahi cemian…..vela teziru vaziratun vizra uhra…….vela tenazeuu fetefsheluu vetezhebe rihukum……
kudsî, esasî kanunlarını düstur-u hareket etmektir.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 83)
“Rahmet-i İlahiyeden ümid kesilmez. Çünki Cenab-ı Hak bin seneden beri Kur’anın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat ârızalarla inşâallah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir…» (Mektubat sh: 326)
Üstteki parçanın devamında, Bediüzzaman Hazret­leri elyazma eserinde kendi el yazısıyla yaptığı şu ilâvesinde; Türk Ordusu kuvvetini kendi Milleti aleyhinde değil, İslâm Dünyasının selâmet ve zaferinde kullanıp bü­yük vazifeler göreceğini ihbar sadedinde şöyle der:
«.‹.KILINCINI AYAĞINA VURDURMAZ;, DÜŞMANINA VURDU­RUR. KUR’ANA HİZMETKÂR EDER. AĞLAYAN ÂLEM-İ İSLÂMI GÜLDÜRÜR.»

«Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladı¬lar ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve üstadlarmdan ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını, desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damar-larından veya safiyetlerinden istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular. O münafıklar veya o münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek, bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete hizmettir, bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir.” gibi bir takım kandırışlarla sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Veyahut da maaş, servet, mevki, şöhret gibi şeylerle aldatmaya veya korkutmakla hizmetten vazgeçirmeye gayret ediyorlar.» (Tarihçe-i Hayat sh:690)


Bediüzzaman Hazretleri NUR TALEBELERİ HANGİ TARAFI TERCİH EDERSE O TARAF KAZANIR

 
Bu vatanın en mühim hizmet hareketi olan Risale-i Nur Talebeleri, -eski bazı alışkanlıklarını terkedemeyenler ve tercihli hareketi tasvib zannedenler hariç- Kur’anın hakiki tefsiri olan Risale-i Nurdan aldıkları ders ile milletimizin ekseriyetinin tercih ettiği dindar ve dine hürmetkar partiyi desteklemektedirler.

 Darbe dönemlerinin akabinde gelen karmaşalar hariç bu hep böyle olmuştur. Bugün de aynı durum böyle devam etmektedir. Üstadın neden böyle yapığını soran talebelerine verdiği cevap bugüne ışık tutmaktadır. Bugün de CHP ve MHP ittifak ederek Üstadın endişesini haklı çıkarmıştır.

 Bediüzzaman Hazretleri bir mektupta diyor ki:

«Üstadımızdan, niçin Demokrat Partiyi muhafa­zaya çalıştığını sorduk.
Cevaben:
“Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halbuki, Halk Partisi İttihatçıların bozuk kısmının ci­nayetleri ve hem Cumhuriyetin Birinci Reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icba­riyle on beş senede yaptığı icraatının kısm-ı âzamı tamamıyla eski Partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o Partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek.

Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, Ko­münist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki, bir Müslüman kat’iyen Komünist olamaz, Anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman Ecnebîlerle mukayese edilemez. İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza deh­şetli bir tehlike teşkil eden bu Partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’ân ve Va­tan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.» (Emirdağ Lâhikası-II, s.206)

Halk Partisi ise: Hakikaten acip ve zevkli bir rüşvet-i umumîyi kanunlar perdesinde bazı me­murlara verdikleri için, yirmi sekiz senelik bütün cinâyatıyla başkaların cinâyâtı ve İttihatçıların ve Mason kısmının seyyiatları da o partiye yükletil­diği halde, Demokratlara bir cihette galip hük­mündedirler. Çünkü ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrutçuluklar çoğalır.

Bu benlik zamanında, memuriyet hakikatta bir hiz­metkârlık olduğu halde, bir hâkimiyet, bir ağalık, bir nemrutçulukla nefse gayet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdiği için, bütün o acip cinayetlerle ve kendin­den olmayan ceridelerin neşriyatıyla beraber ba­na yapılan muamelelerinden hissettim ki, bir ci­hette mânen Demokratlara galip geliyorlar.

Hal­buki, İslâmiyetin bir kanun-u esasîsi olan, hadis-i şerifte    
سَيِّدُ الْقَوْمِ خَادِمُهُمْ   yani, “Memuriyet, Emir­lik ise, reislik değil, millete bir hizmetkârlıktır.

Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyetin bu Ka­nun-u Esasîsine dayanabilir. Çünkü kuvvet kanun­da olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak keyfî olur.» (Emirdağ Lâhikası-II, s.164)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, memleketimizde Milliyetçiliği veya Dindarlığı esas alan Siyasîlerin dikkat etmeleri gereken hususları dört Siyasî Görüşü tahlil ettiği bir mektubunda şöyle der:

«Milletçilere gelince:

Eğer bu partide sırf İslâmi­yet esas olsa, Demokrat Partiye yardım et­tiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz.

 Eğer bu parti, ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise, birden hakikî Türk olma­yan bu vatandaki ekseriyetin ancak onda üçü Türktür, kalan kısmı da başka milletlerle karış­mıştır. O zaman, Hürriyetin başında olduğu gibi, bu asil ve mâsum Türk milleti aleyhine bir milli­yetçilik tarafgirliği meydana gelecek. O vakit ha­kikî Türkleri, Ecnebîler boyunduruğu altına gir­meye mecbur edecek. Veya Türkleşmiş sair un­surdan olan ve bu vatanda mevcut ırkçılık ve un­surculuk damarıyla bir Ecnebîye istinad ile ma­sum Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar. Bu durum ise, dehşetli, tehlikeli olduğundan, Kur’ân ve Vatan ve Millet hesabına, dindar ve di­ne hürmetkâr Demokrat Partinin iktidarda kal­masını temin etmeleri için ders veriyorum.» (Emirdağ Lâhikası-II, s.207)

Bu memleketin Milliyetçileri veya Dindarları ayrı ayrı Parti olsalar bile, “Ahrar” denilen Dindar Demokratların iktidarda kalmaları için onlara yardım etmeleri ve Demokratların muhalifleriyle işbirliği yapmamaları ve onların aleyhlerinde bulunmamaları gerekmektedir. Zikredilen bu şartlara riayet edilmemesi halinde diğer farklı Müslüman milletlerden olan vatandaşların dostluğunu kaybetmenin yanında, Said Nursi Hazretlerinin “asil ve masum” dediği Türk milletinin yabancıların boyunduruğu altına girmesine sebebiyet verebilir.


Risale-i Nur’dan tesbit edilen bu mesele, tarafgirlik duygusuyla bilerek veya bilmeyerek alet edilip zarar ve mesuliyetlere girmemek için ve nihayet selamet-i millet için bu hakikatler nazara verilmiştir.