28 Ekim 2014 Salı

Risale-i Nur sadeleştirilemez; sadece şerh ve izah edilebilir




SADELEŞTİRME, ŞERH VE İZAH


Risale-i Nur’un Lem’alar isimli mecmuasının sadeleştirilerek basılması üzerine, Bediüzzaman’ın manevî varisleri bu sadeleştirilmeyi uygun görmediklerini ifade eden beyanlarda bulunmuşlardı. Bediüzzaman’ın kanunî varislerinden Seyda Ünlükul da, onları açık bir şekilde destekleyen açıklamalar yapmıştı. Bu kez sadeleştirilmiş Sözler’in basılması üzerine konu yeniden gündeme geldi. Konu ile alâkalı olarak çok sayıda karşılıklı değerlendirmeler yapıldı. Bütün bu açıklama ve değerlendirmelerde, özetle, bizzat Bediüzzaman’ın eserlerin şerh ve izahı dışında başka bir şeye müsaade etmediği; sadeleştirmenin eserleri tahrif edeceği ve benzeri gerekçelere dayanılırken; sadeleştirmeyi yapanlar tarafından ise, eserlerin çok sayıda dile tercüme edildiği, bu sebeple sadeleştirilebileceği gerekçesi ileri sürüldü. Tartışmalar bu minval üzere devam etmektedir.

Sadeleştirme şerh ve izah değildir. Sadeleştirmeden amacın, eserlerdeki günümüz dilinde kullanılmayan kelimelerin günlük dilde kullanılan karşılıkları ile yer değiştirilerek, güya eserlerin anlaşılmasını sağlamak olduğu savunulmaktadır. Bu durumda, sadeleştirilmiş baskılar bunu temin ediyor mu, somut olarak misallerle, bunu ortaya koymak gerekiyor. Lehte ve aleyhte genel gerekçeler yerine, bizatihî sadeleştirilmiş eserden ve orijinalinden örnekler vererek konuya açıklık getirmek daha yararlı olacaktır. Bunun için sadeleştirilmiş eserleri okumak ve orijinali ile karşılaştırma yaparak aynı manayı, aynı intikali sağlayıp sağlamadığı, ne derecede anlam kaybı oluştuğu ve bu anlam kayıplarının eserlerin genel sistematiği içinde nasıl mahzurlara yol açtığını görmek ve göstermek konuya açıklık kazandıracaktır.

KAVRAMLAR, KELİMELERE İNDİRGENEMEZ



Somut örnekler vermeden önce, birkaç hususa işaret etmek gerekir. Risale-i Nur bir kelimeler değil kavramlar mecmuasıdır. Çünkü bir Külliyat’tır. Külliyat demek, bütün kelimeleri, kavramları, paragrafları, bölümleri kitapları birbirine entegre demektir. Bir kavramı değiştirdiğinizde, bütün sistem bozulur ve külliyat özelliğini yitirir. Risale-i Nur’dan bir kavramı, bir cümleyi tam anlasak, belki onlarca, yüzlerce sayfa mana, hakikat inkişaf eder. Eğer Risale-i Nur’daki bir kavrama, kelime muamelesi yapar ve bu kavramı kaldırıp, anlamını günlük dildeki bir kelimeye indirgersek, bu kavramla anlatılmak istenen manaların anlaşılması bir yana, bu manaların akla gelmesi imkânını dahi ortadan kaldırmış oluruz. Çünkü, kavramı çözerek o kavramın anahtarı olduğu, kapısı olduğu manalara ulaşmaya çalışabiliriz. Ancak, kavram yok edilmiş ve yerine bir kelime konulmuş ve bu kelime de o kavramın anahtarlık ettiği manalara kapı açmıyorsa, artık ne anahtar ve ne de bu anahtar ile açılacak kapı ve arkasındaki mana hazinelerinden bahsetmek imkânsız hale gelmiş olur.

Risale-i Nur tevhid-i hakikiye dair hakikatleri formüle etmiştir. Bu tevhid formüllerinde bazı kavramlar temel rol oynar. Bu kavramlar değiştiğinde formül de bozulmaktadır. Çünkü, bir cümle içinde nasıl ki kelimelerin etkileşimi varsa, öyle de kavramların etkileşimi de vardır. Eserin bir yerinde yer alan kavram, bütün eser içinde bir anahtar rolü oynar. Bütün eserin sistematik bütünlüğünü inşa eder. Bu bütünlük perspektifi ile eserde anlatılan hakikatlere intikal edilir. Çünkü, aynı kavram eserin çok farklı yerlerinde öyle manaları inşa eder ki, bir ağacın bütün cihazatı ile meyveye müteveccih olması gibi, bu manalar da büyük manayı (tevhid-i hakikîyi) idrake müteveccih olarak adeta birer mana cihazı olarak eserin içine yayılmıştır. Hoyratça bu kavramları tahrip etmek, değil o eseri anlaşılır kılmak, bilâkis, o eserin anlaşılmasının önüne aşılmaz bir duvar örer.

SADELEŞTİRME VE TERCÜME

Bir eserin sadeleştirilmesi ile yabancı bir lisana tercümesi ise farklı bir şeydir. Tercümede kelimelerin karşılıkları değil, manaların karşılıkları esastır. Sadeleştirmede ise, kelime karşılıkları esastır. Zaten, Bediüzzaman şu anda sadeleştirme adı altında değiştirilen kelimeleri biliyordu ve eğer anlatmak istediği manaları karşılayabilseydi, bu kelimeleri kullanırdı. Hatta, çoğu yerde eş anlamlı kelimeleri birlikte de kullanarak eserleri içine bir nev’i lügatını da koymuştur: Meselâ, havf ve korku kelimelerini aynı yerde ve peş peşe kullanmıştır. Çünkü, havf bir kavram değil, kelimedir ve korku kelimesi ile eş anlamlıdır.

Sadeleştirilen eserlerde, “sadece kelime karşılığı değil, mana karşılığı da gözetilmiştir” denilebilir. Bediüzzaman, Risale-i Nur’da “Konuşan yalnız hakikattir” diyor. Bizim anladıklarımız ise, hakikat değil, nisbî hakikattir. Ay, Güneş’in hakikatini ne kadar aksettirebilir ki? Elbette hiç aksettiremez demiyoruz; ancak kabiliyeti nisbetinde aksettirecektir. Bu sebeple, Ay, Güneş’in hakikati benim aksettirdiğim kadardır diyerek, bu hakikati kendi mazhariyetine tahsis edemez. Güneşin hakikatini, kendi mazhariyeti ile tahdit edemez. Bu sebeple, eserleri sadeleştirenlerin ilmî mertebeleri, anlaşılır kılmaya çalıştıkları hakikati, kendi ilmî mertebeleri ile mütenasip olarak tahdit edecektir. Bu tahdit, hakikat ile hakikati arayan arasına giren bir berzahtır. Sadeleştirme adı altında hakikati arayanların önüne böyle aşılmaz berzahlar koymak, hakikati anlaşılır kılmak adına, büyük bir hata olacaktır.

İncil neden 75 adet olarak farklılaşmış ve İznik Konsilinde sayısı dörde indirilmiştir? Matta İncili, Yuhanna İncili, Barnabas İncili v.s. Yani, kaleme alan adedince İncil taaddüt etmiştir. Kişiler adedince farklılaşmış İncil’ler. Aynı şekilde Risale-i Nur da farklı kişilerce sadeleştirilse, o kişiler adedince farklı Risale-i Nur ortaya çıkacaktır. Hangisi hakikattir? Her biri, hakikat değil, nisbî bir hakikat olacaktır. Çünkü, sadeleştirenin ilmî mertebesine ve nakiselerine izafi olarak hakikate âyinedarlık edecek veya hakikati perdeleyecektir. Yani bir eserin sadeleştirilmesinin sağlayacağı fayda, sadeleştirenin aynasında görünenle sınırlı kalacaktır. Sadeleştirmede, o eserin mütekellimi değişmekte, müellif değil, sadeleştiren giderek müellifin yerini alarak, müellifi tebei bir konuma itmektedir. Keza, esere tutulan aynalara göre çeşitlenen görüntülerin giderek eserin yerini alması sonucunu doğuracaktır. Böylece, Risale-i Nur’un mesleği olan veraset-i Nübüvvet’in yerini, veraset-i şahsiyet alacaktır. Bu ise, hakikat odaklı dâvâyı, nisbi hakikat; yani şahıslar odaklı dâvâlara indirgeyecektir. Hakikatlerin yerini nisbi hakikatler alacak, nisbi hakikatlere hakikat payesi verilecektir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder