Zaten asrımızda her iki Deccal da
yahudilerden çıkmış ve biri insanlık alemini, diğeri de İslam alemini tahribe
çalışmıştır. Türkiyede faaliyet gösteren İslam Deccali yahudilerle beraber
çalışmış ve onlardan destek almıştır. Hala da almaktadır.
Maalesef Risale-i Nur okumayan bazı
müslümanlar hala deccal beklemektedirler. Gafletin de bu kadarı da olurmu
dedirtecek cinsten bir durum! Ehl-i imanın bu gafleti dessas yahudilere, din
düşmanı deccal avanesine yaradığı aşikardır.
Kur’an (8:73)
âyetinde, beyn-el İslâm teavün olmazsa büyük fesadların zuhura
geleceğine dikkat çekilmektedir.
Bediüzzaman Said Nursi
Hazretleri, gerek eski Eserlerinde gerekse Risale-i Nur Külliyatındaİttihad-ı İslam yani İslam Birliği üzerinde çok
ehemmiyetle durmuş ve bu Birliği temin etmenin
en büyük farz vazife olduğuna içtihad etmiştir.
İslâmiyet teavünü netice verecek
mühim vazife ve düsturlar getirmiştir. Meselâ, teavün ve İttihad-ı İslâm için
haccın ehemmiyeti çok büyüktür.
Haccın büyük hikmeti;
İslam dünyasının istiklâliyet ve selâmetini muhafaza ve devamı için, senede bir
yapılan bir nevi büyük şûrâsı olmasıdır. Hac müslümanlar için bir kongre olması
gelirken maalesef bu tarafı hiç işletilememektedir. Sadece ibadet cihetiyle
sınırlı kalmaktadır.
İSLAM BİRLİĞİ
TEŞEKKÜL ETMELİ
Bu muazzam vazifenin en mes’ul
vazifedarları, geçmişte olduğu gibi Osmanlı ve Arab ve Kürd taifeleri olduğunu
anlatan Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
«Azametli bahtsız bir kıt’anın,
şanlı tali’siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı
İslâmdır.» (Mektubat sh: 55)
Üstad Bediüzzaman Hazretleri 1909
senesinde neşrettiği bir makalesinde diyor ki:
«Bu zamanın en büyük
farz vazifesi, ittihad-ı İslâmdır. İttihadın hedef
ve maksadı; o kadar uzun, münşaib ve muhit ve merakiz ve meabid-i İslâmiyeyi
birbirine rabtettirenbir silsile-i nuranîyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut
olanları ikaz ve tarîk-i terakkiye bir hâhiş ve emr-i vicdanî ile sevketmektir.»
(Hutbe-i Şamiye sh: 90)
ŞAM HUTBESİNDE
İTTİHAD-I İSLAM VURGUSU
Hem yine Bediüzzaman Hazretleri,
1911 senesinde Şam’da Cami-i Emevî de irad ettiği Hutbe-i Şamiye namı ile kitap
olarak neşredilen hutbesinde İttihad-i İslâm’ın ehemmiyeti hakkında şu izahatı
veriyor:
«Ey bu sözlerimi dinleyen bu
Câmi-i Emevî’deki kardeşler ve kırk-elli sene sonra Âlem-i İslâm Câmiindeki
ihvan-ı Müslimîn! “Biz zarar vermiyoruz, fakat menfaat vermeğe iktidarımız yok,
onun için mazuruz.”diye böyle özür beyan etmeyiniz. Bu özrünüz kabul değil.
Tenbelliğiniz ve “Neme lâzım” deyip çalışmamanız ve ittihad-ı İslâm ile, milliyet-i
hakikiye-i İslâmiye ile gayrete gelmediğiniz, sizler için gayet büyük bir zarar
ve bir haksızlıktır.» (Hutbe-i Şamiye sh:
55)
ASAYİŞ VE SULH’UN YOLU
Bediüzzaman Hazretleri,
Türkiye’de Demokrat Parti hükümeti zamanında, devlet idarecilerine hitaben
yazdığı ikaznamesinde, anarşizme karşı tek çarenin İttihad-I İslâm olduğunu
beyan ederek diyor:
«Bu dehşetli tahrib edicilere
karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur’aniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu
tehlikeden kurtarmağa vesile olduğu gibi, bu vatanı istila-yı ecanibden ve bu
milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 24)
Yine 1950 sonrası İttihad-I İslâm
istikametindeki müsbet gelişmeleri memnuniyetle karşılayan Bediüzzaman Hazretleri,
bir bayram tebriği vesilesiyle şunları kaydeder:
«Aziz, sıddık kardeşlerim!
Ruh u canımızla mübarek
bayramınızı tebrik ediyoruz. İnşâallah âlem-i
İslâm’ın da büyük bir bayramına yetişirsiniz. Cemahir-i Müttefika-i
İslâmiye’nin kudsî kanun-u esasiyelerinin menbaı olan Kur’an-ı Hakîm, istikbale
tam hâkim olup beşeriyete tam bir bayramı getireceğine çok emareler var.» Emirdağ
Lâhikası-ll sh:76)
«Evet o ecnebilerin, canavarlar
gibi yaptıkları muamele ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklal ve
ittihad-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil İslâm
devletlerinin teşkilini intac etmiştir. İnşâallahü Teâlâ,
Cemahir-i Müttefika-i İslâmiye de meydana gelecek ve İslâmiyet, dünyaya hâkim
ve hükümran olacaktır. Rahmet-i
İlahîden kuvvetle ümid ve niyaz ediyoruz.» (Konferans sh:54)
EL-İ-İMAN DAHİLDEKİ
DÜŞMANLIĞI TERK ETMELİ
Mevcut dünya şartları
müvacehesinde İttihad- İslâm’a sâik olacak pek çok esbaba rgğmen, Âlem-
İslâm’da ihtilafın kısmen de olsa devam etmesine, Bediüzzaman Hazretler’i şöyle
teessüfte bulunur:
« Cây-ı teessüf bir halet-i
içtimaiye ve kalb-i İslâmı ağlatacak müdhiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî:
“Haricî düşmanların zuhur ve
tehacümünde dâhilî adavetleri unutmak ve bırakmak” olan bir maslahat-ı
içtimaiyeyi en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-ı
İslâmiyeye hizmet dava edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm
vaziyetini alan hadsiz düşmanlarvarken, cüz’î
adavetleri unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir
sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye bir
hıyanettir.» (Mektubat sh: 269)
AVRUPA’YA BEDEL
ÂLEM-İ İSLÂM
Üstad Bediüzzaman devlet
ricaline; Avrupa’ya teveccühten daha çok, İttihad-i İslam’a ehemmiyet vermeleri
gerektiğini tavsiye eden yazısında diyor ki:
« Madem bu ittifaksızlıktan gelen
za’fiyet ve kuvvetsizlik sebebiyle ecnebinin politikasına ve ehemmiyetsiz
muvakkat yardımlarına karşı bu acib manevî rüşvetler veriliyor. Dörtyüz milyon
kardeşin uhuvvetine, milyarlar ecdadın mesleğine ehemmiyet verilmiyor gibi bir
mana hükmediyor. Ve asayiş ve siyasete zarar gelmemek için bu kadar israfat ile
bol maaşlar suretinde kuvvet teminine kendilerini mecbur zannederek rüşvetler
veriliyor; milletin fakr-ı hali nazara alınmıyor.
Elbette ve elbette ve kat’î
olarak şimdi bu memleketteki ehl-i siyaset garba ve ecnebiye verdiği siyasî ve
manevî rüşvetin on mislini âlem-i İslâm’ın ileride cemahir-i müttefikası
hükmünde olacak olan dörtyüz milyon müslüman kardeşlere, memleket ve milletin
ve bu devlet-i İslâmiyenin selâmeti için gayet azîm bir bahşiş ve zararsız
rüşvet vermesi lâzım ve elzemdir.
İşte o makbul, lâzım ve çok
menfaatlı caiz ve vâcib rüşvet ise: Teavün-ü İslâm’ın esası ve hediye-i
Kur’anın semavî bir düsturu ve rabıtası ve kudsî kanun-u esasîsi olan
İnnemel mu’minune
ikhvetun…ve’tesimuu bi hablillahi cemian…..vela teziru vaziratun vizra
uhra…….vela tenazeuu fetefsheluu vetezhebe rihukum……
kudsî, esasî kanunlarını düstur-u
hareket etmektir.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 83)
“Rahmet-i İlahiyeden ümid
kesilmez. Çünki Cenab-ı Hak bin seneden beri Kur’anın hizmetinde istihdam
ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve
muazzam cemaatini, muvakkat ârızalarla inşâallah perişan etmez. Yine o nuru
ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir…» (Mektubat sh: 326)
Üstteki parçanın devamında,
Bediüzzaman Hazretleri elyazma eserinde kendi el yazısıyla yaptığı şu
ilâvesinde; Türk Ordusu kuvvetini kendi Milleti aleyhinde değil, İslâm
Dünyasının selâmet ve zaferinde kullanıp büyük vazifeler göreceğini ihbar sadedinde
şöyle der:
«.‹.KILINCINI AYAĞINA
VURDURMAZ;, DÜŞMANINA VURDURUR. KUR’ANA HİZMETKÂR EDER. AĞLAYAN ÂLEM-İ İSLÂMI
GÜLDÜRÜR.»
«Bu gizli din düşmanları ve münafıklar çoktandır anladı¬lar
ki, Nur talebelerinin kefenleri boyunlarındadır. Onları Risale-i Nur’dan ve
üstadlarmdan ayırmak kabil değildir. Bunun için şeytanî plânlarını,
desiselerini değiştirdiler. Bir zayıf damar-larından veya safiyetlerinden
istifade ederiz fikriyle aldatmak yolunu tuttular. O münafıklar veya o
münafıkların adamları veya adamlarına aldanmış olanlar dost suretine girerek,
bazan da talebe şekline girerek derler ve dedirtirler ki: “Bu da İslâmiyete
hizmettir, bu da onlarla mücadeledir. Şu malûmatı elde edersen, Risale-i Nur’a
daha iyi hizmet edersin. Bu da büyük eserdir.” gibi bir takım kandırışlarla
sırf o Nur talebesinin Nurlarla olan meşguliyet ve hizmetini yavaş yavaş
azaltmakla ve başka şeylere nazarını çevirip, nihayet Risale-i Nur’a çalışmaya
vakit bırakmamak gibi tuzaklara düşürmeye çalışıyorlar. Veyahut da maaş,
servet, mevki, şöhret gibi şeylerle aldatmaya veya korkutmakla hizmetten
vazgeçirmeye gayret ediyorlar.» (Tarihçe-i Hayat sh:690)